İbrahim Akın: Yoksul Türk halkı Kürt halkının karşısına çıkıyor
İZMİR – Kapatma davası açılan ve siyasi faaliyetlerini Yeşil Sol Parti’ye (YSP) devredeceğini açıklayan Halkların Demokratik Partisi (HDP), geçtiğimiz günlerde 4. muhteşem kongresini gerçekleştirdi. Partinin yeni eş genel başkanları Sultan Özcan ve Cahit Kırkazak olurken, HDP’nin kurumsal kimliği korunacak, tüm siyasi süreçler ve örgütsel faaliyetler YSP çatısı altında sürdürülecek. Sürecin tamamlanmasının ardından Yeşil Sol Parti, Eylül ayı sonunda gerçekten muhteşem kongresini gerçekleştirecek ve yeni yönetimini belirleyecek.
Kongreden birkaç gün önce Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü ve İzmir Milletvekili İbrahim Akın ile HDP’nin kurumsal kimliğinin nasıl devam edeceği, Yeşil Sol Parti’nin yerel seçim öncesi tutumu, hükümetin uyguladığı mevcut ekonomi politikaları ve birçok konuyu konuştuk. diğer sorunlar.
Özellikle Kürt coğrafyasında kayyım rejimine karşı güçlü bir tepki gelse de hazırlıklarının sürdüğünü belirten Akın, “Tabanımız arasında güçlü ve yaygın tartışmalar var. Bu tartışmaların sonunda ortaya çıkan fikirler, geleceği inşa edecek karşı-hegemonya yaratma mücadelemizi hızlandıracaktır. Emeğe, doğaya ve insana saygı temelinde eşitlikçi, çoğulcu, katılımcı demokratik yaşamın siyasetini inşa etmeye çalışıyoruz. Hassasiyetlerimiz de buna göre şekilleniyor.” Akın’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
‘MUHALEFETE KARŞI GÜVENİ YENİDEN GÜÇLENDİRMELİYİZ’
Öncelikle son dönemde popülerliği artan Yeşil Sol Parti’nin dünü, bugünü ve geleceğinden başlayalım…
Türkiye’nin toplumsal çaba tarihinde büyük tecrübeye sahip sol-sosyalist-demokratik siyaset ile doğanın haklarını savunan ekoloji çabasını bir araya getirerek 2012 yılında Yeşil Sol Parti’yi kurduk. O tarihten bu yana biz de HDP’li olarak siyaset yapmaya devam ediyoruz.
Yeşil Sol Parti, çalışma haklarından toplumsal cinsiyet çalışmasına, LGBTİ+ haklarından gençliğin arayışına, halk demokrasisinden toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar günümüz toplumunu ve doğasını ilgilendiren her konuda kapsamlı analizler yapan, analiz önerileri geliştiren bir partidir. hayvan haklarına yönelik kimlik çabalarımız ve doğaya yönelik ekoloji çabamız. . Siyasi perspektifi dört ana başlıkta toplanıyor; Ekonomik adalet, çevre ve iklim adaleti, tanınma adaleti ve katılım adaleti olarak özetleyebiliriz.
İktidar değişikliği umudunun güçlü olduğu, sonuçların prestijinin arttığı ve toplumun neredeyse yarısının siyasetten uzaklaştığı seçim sonuçları sonrasında muhalefetin tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Mayıs seçimlerinde siyasi muhalefet hükümet değiştirme isteğinde başarılı olamadı. Bu durumun gerçekleşmesinde hem muhalefetin modüler ve dağınık hali hem de iktidarın tüm devlet kaynaklarını kullanarak eşitsiz koşullar altında yaptığı ‘çubuk seçimi’ etkili oldu. Bugün ihtiyacımız olan güçlü bir çıkış ve kamuoyunu bu çıkışa ikna edebilecek güçlü bir siyasi söylemdir. Yerel seçimlere gerçek anlamda yaklaştığımız bu dönemde kamuoyunun siyasete olan ilgisini artırmamız ve siyasi muhalefete olan sarsılan inancı güçlendirmemiz gerekiyor. Yani siyasi muhalefetin toplumsal muhalefetle toplumsal muhalefet arasındaki uçurumu kapatması ve toplumun her kesimiyle gevşeyen bağını yeniden kurması gerekiyor.
Böyle bir dönemde, yani halkın alternatifsizliğe itildiği, siyasi arenada pasifleştirildiği bir dönemde Yeşil Sol Parti olarak biz de önemli ve kapsamlı eleştiri ve özeleştiri süreçlerinden geçiyoruz ve Üçüncü yol hattımızla bu iklimde gerçek bir muhalefet ve çaba dinamiği olduğumuzu belirtiyoruz. Günümüz siyasi haritasına baktığımızda en önemli siyasi odak, AKP-MHP iktidarının yarattığı yıkıma karşı en kapsamlı analiz önerilerini gerçekten eleştirerek sunan Yeşil Sol Parti etrafında toplanan Emek ve Özgürlük İttifakıdır. Mevcut saray rejimi. Yeşil Sol Parti’nin önümüzdeki dönemde en değerli sorumluluklarından birinin muhalefet cephesindeki bu karışık durumu ortadan kaldıracak adımları atmak olduğunu düşünüyoruz.
‘HDP DENEYİMİ TÜM mazlumlara rehber oldu’
HDP seçimden sonra bunun bir nevi başarısızlık olduğunu açıklayarak özeleştiri sürecini başlatacağını söyledi. Daha sonra eşbaşkanlar değişti. Öncelikle muhalefet alanında bu kadar baskının ve siyaset yapmanın sonlu olduğu bir süreçte yenilgiyi değerlendirmek partinin abartılı bir özeleştirisi değil mi? Ne dersiniz?
Kendimizle yüzleşmeye, eleştiri ve özeleştiri süreçlerini yürütmeye devam ediyoruz. İçinde bulunduğumuz ağır saldırı koşullarına ve bizi yok etmek için tüm devlet gücüyle yapılan eşitsiz, adaletsiz ve hukuksuz seçimlere rağmen sıkıntılarımızı örtmüyor, kendimizi yenilemeye çalışıyoruz.
Bu dönemin yarattığı ortamı kötüye kullanmak için seferber olan bazı kişi ve çevrelerin ağır, haksız ve adaletsiz bir linç kampanyası yürüttüklerine de tanık olduk. Yeşil Sol Parti olarak on yıldır yaşadığımız deneyim, HDP paradigması çerçevesinde tarihi bir buluşmaya dönüştü. Bu bizim için geleceğimizin yol haritası olmaya devam edecek. HDP’nin pratiği ve tecrübesi sadece ülke halkına değil tüm mazlumlara yol gösterici ve umut oldu. Bu nedenle sorumluluğumuzun bilincindeyiz. Haklı eleştirilerle daha geniş, daha geniş çaba sınırını yeniden inşa edeceğiz. Ancak haksız, haksız ve kötü niyetli saldırıların moralimizi bozmasına izin vermeyerek çalışmalarımızı kararlılıkla sürdüreceğiz.
‘AKBELEN DİRENİŞİ BİZE BİR ŞEY SÖYLEMEYE ÇALIŞTI’
Türkiye’de Akbelen’le yeniden gündeme gelen ve aslında birçok bölgede hız kesmeden devam eden emek, eşitlik ve özgürlük çabalarının ekoloji çabaları ile bir arada yaşamasıyla birbirini besleyen bir bakış açısıyla başka bir seçenek yaratmak mümkün mü? Yeşil Sol Parti olarak bu bahiste nasıl bir yaklaşım benimsiyorsunuz?
Bugünkü kapitalizm düzeyinde bu konuları birbirinden ayırmak mümkün değildir. Farklı alanlardaki tüm çabalar kapitalizmin rant ve kâr hırsından kaynaklanmaktadır. Tarlaların birbirinden ayrılması işçileri karşı karşıya getirir. Akbelen’de maden işçileri direnenlerin karşısına dikilmek isteniyor. Yoksul Türk halkı, eşitlik ve özgürlük isteyen Kürt halkının karşısına çıkıyor. Onun için bunları bütünüyle ele alacak bir anlayışa, dört adalet anlayışına ihtiyacımız var.
Akbelen’deki ekoloji direnişi bize bir şeyler anlatmaya çalıştı. Toplumsal bir hareket olarak ekolojik direniş tüm siyasetin gündemini oluşturdu. Toplumsal muhalefetin tek çizgide yürütülemeyeceğini, bu zamana kadar gündeme gelmeyen, hatta ağaç sevgisine indirgenmeye başlanan ekoloji sorununun da çözüme kavuşturulamayacağını bize gösterdi. siyasal bir sorundur ve çeşitli toplumsal, ekonomik ve siyasal boyutları vardır.
Bu yağma sürecini hızlandırmak için devletin kaynakları seferber ediliyor ve kolluk kuvvetleri doğasını korumak isteyenlerin karşısına çıkıyor. Böyle bir durumda ekoloji arayışını yaşam çabasından, adalet arayışından, emek çabasından ayırmak elbette mümkün değildir. Ekolojik çaba derken, doğanın ve canlıların yaşamını acımasızca savunmayı kastettiğimizde, ortaya çıkan emek alanlarını da görmek, o alanlara dokunmak, siyaset üretmek zorundayız. Ekoloji çabalarını sadece ağaç ve hayvan sevgisine indirgeyen anlayışın teorik ve pratik olarak şu ana kadar çok uzağındayız. Doğanın sermayeye verilmediği, doğal yaşamın salt bir kaynak olarak görülmediği ve metalaştırılmadığı bir dünya kurmak hedefiyle, doğanın bir modülü olarak doğayla birlikte doğa için durumumuzu belirliyoruz.
‘DEVLET GÜÇLERİ ORMANI KORUYAN SİVİL HALKLARA SALDIRIYOR’
Peki, son dönemde yaşanan orman yangınları ve sel felaketleriyle birlikte bahsettiğiniz ekolojik yıkımın daha da derinleştiğini düşünüyor musunuz?
Evet, bugün etkilerini derinden hissettiğimiz iklim krizini izole bir doğa olayı olarak görmemiz mümkün değil. Bu zamana kadar artan sıcaklıklar ve aşırı doğa olaylarından tüm dünyanın ve Türkiye’nin doğrudan sorumluluğu bulunmaktadır. Bir yandan sürdürülebilir enerji alternatifleri gündemde ama diğer yandan karbon bazlı üretim konusundaki ısrarın devam ettiği, çeşitli çelişkilerin ortada kaldığı bir sorumluluk. Tüm dünyada sıcaklardan dolayı çıkan orman yangınları artıyor ama Türkiye’deki ormanlar da devlet tarafından yok ediliyor, sermayeye ve kiracılara veriliyor. Devlet güçleri ormanın korumasını üstlenen sivil halka saldırıyor. Hatta Kürt coğrafyasında bazı devlet yetkililerinin kötü niyetiyle başlayan orman yangınlarının olduğunu, daha sonra vatandaşların bunları söndürmesine izin verilmediğini görüyoruz. Yani burada çifte krizle karşı karşıyayız. Birincisi doğanın yağmalanmasıyla ortaya çıkan ve her geçen gün geri döndürülmesi zorlaşan iklim krizi, ikincisi ise doğal hayatı saf hammadde olarak görüp sermaye ve rantçı çevrelere sunan yağmacı yönetim pratiği. Bize göre bu ikili kriz, doğadaki tüm talanların ve tabii ki orman yangınlarının en değerli nedenidir.
‘YEŞİL SOL PARTİ SEÇMENİNİN OY VERDİĞİNİ KİMSE GÖREMEZ’
Yerel seçimler yaklaşırken olası adaylar konuşulmaya başlanırken gözler bir kez daha Yeşil Sol Parti’nin tavrına çevrildi. Bu bağlamda ne düşünüyorsunuz? İttifak tartışmalarında sizin yeriniz nedir?
Seçimlerde bizi siyasi denklemin dışında tutacak bir formül yok gündemimizde. Daha önce de belirttiğim gibi siyaset alanında analizsiz bırakılmaya çalışılan alternatif dinamiğe sahip tek parti biziz; Dolayısıyla siyaset alanında değerli ve kilit bir konuyuz. Elbette ki temel anlaşmalara ve demokrasi temelli görüşmelere kapalı değiliz. Ama kimsenin bizi siyasi denklemin dışında tutmasına izin vermeyeceğiz.
Şeffaf demokratik politika ilkemizle halkımızın iradesini yansıtan bir seçim kampanyası yürüteceğiz. Eşit, adil, kadın ve LGBTİ+ bakış açısıyla hareket eden, ekolojik yerellik yaklaşımını savunan, halkımızın sorunlarına çözüm sunan bir seçim yaklaşımı içinde olacağız. AKP-MHP iktidarının kayyumlar eliyle iki dönem gasp ettiği, keyfi rejimle doğrudan yolsuzluğa ve rantın kapısını açtığı hukuksuzluklar karşısında yerel, yerel ve demokratik unsurların ışığında çaba göstereceğiz, Halkımızın kırılma iradesinin daha güçlü bir şekilde ortaya çıktığı, gasp edilen belediyelerimizi geri alacağız. Yeşil Sol Parti seçmeninin hiçbir mahalde pes ettiğini, iradesinin kırıldığını kimse görmeyecektir.
Özellikle Kürt coğrafyasında kayyım rejimine karşı güçlü bir tepki gelecek olsa da hazırlıklarımız devam ediyor. Ülke genelinde iktidarın amacını boşa çıkaracak en geniş demokratik güçlerle açık demokratik birliği sağlayacak çalışmaları hayata geçirmeye çalışacağız. Öte yandan Millet İttifakı’nın çökmüş halinin iktidara fayda sağladığının ve bu durumun değişim isteyen çoğunlukta umutsuzluğa yol açtığının da farkındayız. Bu siyasi manzara sorumluluğumuzu artırıyor. Bunun için mücadeleyi en geniş demokratik güçlerle sürdürme kararlılığındayız. Mevcut siyasi ortamda Yeşil Sol Parti ve onun taşıyıcısı olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nı bu ülkede ana muhalefet odağı olarak görüyoruz. Onun için hem söylemimizi hem de pratiğimizi bu anlayışla şekillendiriyoruz.
‘DEVLET SADECE EKONOMİDE GÜNÜ KURTARMAK İÇİN KURULDU’
Merkez Bankası uzun bir aradan sonra peş peşe politika faizlerini artırma kararı aldı. Bu açıdan bakıldığında hükümetin uyguladığı yeni ekonomi politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ekonomik hayatın birkaç büyük şehirde ağırlaşması ve yerel halkın ucuz iş gücü kaynağı olarak kentlere göç etmek zorunda kalması, bugün yaşadığımız en büyük çarpıklıktır. Bunu ortadan kaldırmak için yerel halkın kendine özgü ekonomik faaliyetin temel unsuru haline getirilmesi gerekmektedir. Bu ekolojik ekonominin en temel kuralıdır.
AKP-MHP iktidarı uzun yıllardır milyonlarca insanı yoksullaştırma değeri taşıyan, sermayenin yararına bir finansal istikrar sistemi oluşturmayı hedefledi. Bugün bu ekonomi politikasında büyük bir çöküş yaşanıyor. Geçtiğimiz günlerde Merkez Bankası faiz oranlarını 250 baz puan artırdı. Mayıs seçimlerinin ardından göreve getirilen ekonomi yönetiminin aldığı bu kararlar, Erdoğan’ın zaman zaman NAS’ın arkasına saklanarak savunmaya çalıştığı politikaların iflasının itirafıdır. Hükümet yıllardır uyguladığı para politikasıyla milyonlarca insanı sistematik olarak yoksullaştırdı. Hızlı bir servet transferi yaşandı. Faiz politikalarıyla halk yoksullaştırılıyor, halkın cebinden çıkan paralar banka kasalarına akıtılıyor. Politika faizi Merkez Bankasının bankalara borç verirken uyguladığı faiz oranıdır. Bankalar, Merkez Bankası’ndan yüzde 25 faizle aldıkları kaynakları yüzde 45-50 faizle müşterilerine satarak (borç vererek) ciddi kâr elde ediyorlar.
Ekonomi yönetiminin enflasyonu düşürmeye yönelik bazı soyut söylemler dışında net bir planı yok. Umdukları tek çözüm ise bireylerin borç almasını zorlaştırmak ve kredi kartı harcamalarını kısıtlamak. Bu, orta ve alt sınıfların yaşam standartlarının daha da düşmesi anlamına geliyor. Bunun bir başka sonucu da, mal ve hizmetlere olan talebin azalması nedeniyle kapımızın önünde bekleyen büyük bir ekonomik sakinlik dalgasının neden olacağı daha derin bir kriz olacaktır.
IMF müdahalelerine kapıyı açan hükümet, yalnızca ekonomide günü kurtarmanın derdinde. Erdoğan, yıllardır düşürmediği “faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur” sözüne tamamen aykırı bir uygulamaya şimdi sessiz kalıyor. Çünkü yerel seçimler bitene kadar ekonomide istikrar olduğu algısı yaratılmak isteniyor. Yerel seçimlerden sonra ekonomik bunalım daha da hissedilecek.
Türkiye’de demokratikleşme başta olmak üzere temel sorun alanlarında acil önlemler alınmalı, hem siyasi hem de ekonomik alanda yapısal reformlar yapılmalıdır. Ekonomik ve sosyal hayatta güveni tesis etmenin yolu hiç şüphesiz demokratik ve katılımcı bir devlet yönetim sisteminin kurulmasından geçmektedir. Bu anlamda sosyal ve siyasal alanda olduğu gibi ekonomik alanda da öncelikli ihtiyacımız demokratik sistemin inşasıdır.
‘EN AZ 40 MİLYON KİŞİNİN ATEŞLİ SİLAHLARI VAR’
Seçim öncesinde güvenlik algısını ön plana çıkaran iktidar, siyasi propagandasını bu eksen üzerine kurdu. Bu çatışmacı siyaset biçimi devam edecek gibi görünüyor. Bu anlayışın toplumsal yansımaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye, sınırları dışında sürdürdüğü çatışmaları hızlandırırken, ülke içinde sokaklar tamamen şiddete teslim oldu. Kuzey ve Kuzeydoğu Suriye ile Kuzey Irak’ta çatışmaların tırmanmasında Türkiye’nin savaş odaklı politikalarının büyük etkisi oldu. Bölgeyi istikrarsızlaştırmak ve çatışmaları yaymak yerine Kürtlerin ve diğer ezilen halkların varlığını bastırmaya çalışan iktidar, hem ülke hem de bölge için giderek daha tehlikeli bir tehdit haline geliyor.
Öte yandan ülkenin sokakları şiddete teslim oldu. Her gün işlenen cinayetler sıradan olaylar haline geldi. Türkiye’de bireysel silahlanma korkunç boyutlara ulaştı. Ülke genelinde 4 milyon ruhsatlı, bunun 9 katı kadar ruhsatsız silah var. En az 40 milyon kişinin kişisel silahlanma kapsamında ateşli silahları bulunuyor. Bu çok korkunç. Bundan daha dehşet verici olan ise AKP-MHP iktidarının tüm bu silahlanma ve şiddete karşı hiçbir önlem almaması, hatta bu şiddet dalgasının büyümesine zemin hazırlamasıdır.
‘HER DARBE BİR SİVİL ENGELLİLİĞE SAHİPTİR’
Yeni kabinenin en çok konuşulan isimlerinden biri de Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’di. Okulların açılacağı bu dönemde bakanlığın politikaları ve eğitim sistemiyle ilgili niyetinizi kısaca özetleyebilir miyiz?
Birkaç gün sonra okulların açılmasıyla birlikte 20 milyona yakın öğrenci derse başlayacak. Her yıl yaz ayları, öğrenci velilerine “nitelikli okul” bulma ve o okullara kayıt yaptırma çabası telaşıyla geçiyor. Eğitim sisteminin kara tahtaya dönüştürülmesi ve devlet tarafından eğitimin dinileştirilmesi sonucunda devlet okullarına olan güven azaldı ve birçok vatandaş özel okullara yönelmeye başladı. Hükümet bu saldırıyla bir taşla çok sayıda kuş vurmayı hedefliyor. Devlet okullarına gidecek çocukları ağır bir koruma programına maruz bırakıyor, özel okula gidebilecek olanları ise başkente teslim ediyor. Tüm öğrencilerin yaklaşık yüzde 10’u açıköğretim kurumlarında kayıtlıdır. Bu çocuklar aslında eğitim sisteminin dışında tutuluyor ve çoğunluğu piyasada ucuz iş gücü olarak ağır bir şekilde sömürülüyor. Milli Eğitim Bakanlığı da çocuk işçiliğinin kapısını sermayeye açıyor.
Öte yandan Milli Eğitim Bakanlığı son dakika değişikliğiyle laik ve bilimsel eğitime bir darbe daha vurdu. Okullardaki zorunlu din derslerinin sayısını artırdı. Zorunlu din dersinin hak ihlali olduğuna dair o kadar çok yargı kararı varken, hükümet hukuka ve insan haklarına uygun düzenlemeler yapmak yerine din dersi sayısını artıracak. Bu, belli bir yaşam biçimine müdahale edilmesi ve başka bir yaşam biçiminin dayatılması anlamına gelir. Unutulmamalıdır ki her dayatma sivil itaatsizliği meşrulaştırmaktadır. Eğitim sisteminin en büyük sorunu gençlere yeteneklerini kullanıp iş bulmalarını sağlayacak yeterliliği ve uygun ücretle kazandıramamış olmasıdır. Bu durum tüm eğitim sisteminin dört yargıç anlayışıyla ele alınmasını ve değiştirilmesini gerektirmektedir.
Ayrıca okullarda “değerler eğitimi” adı altında din görevlileri tarafından yürütüldüğü söylenen ÇEDES projesi de var. Bu proje aynı zamanda eğitimin laik ilkelere aykırı bir şekilde dinselleştirilmesi sisteminin de bir parçasıdır. Bildiğiniz gibi pek çok sivil toplum kuruluşu 16 Eylül Cumartesi günü İzmir’de “Laik yaşam, laik eğitim, eşit vatandaşlık” sloganıyla düzenlenecek mitingde buluşacak. Tüm vatandaşlarımızı bu mitinge katılmaya ve hükümetin laikliğe karşı uyguladığı bölücü eğitim politikalarına karşı tepki göstermeye davet ediyorum.
‘SİYASİ MUHALEFETİN DEMOKRATİK REFLEKSİNİ YETERLİ BULMUYORUZ’
Hükümetin HDP’ye yönelik tutumu değişmedi, kapatılması davası devam ediyor. HDP her ne kadar Yeşil Sol Parti adı altında seçimlere girse de bu durum Demokles’in Kılıcı gibi hep zirvede kaldı. Zor şartlar altında siyaset yaptığınızı biliyoruz. Bu şartlarda siyaset yapma ve bunları aşma çabalarınız hakkında neler söylersiniz?
Bildiğiniz gibi iktidar uzun süredir HDP’ye yönelik tecrit politikası uyguluyor ve çeşitli parametreler uygulayarak toplumsal muhalefeti bölmeye, muhalefet güçlerini kriminalize etmeye çalışıyor. İktidarın bu saldırısına en güçlü yanıt, daha çoğulcu ve daha büyük bir birliğin sağlanmasıyla mümkün olabilirdi. Seçimlerde HDP/Yeşil Sol’un yalnızlaştırılma arzusuna da bu açıdan bakmak gerekiyor.
Uzun süredir HDP/Yeşil Sol ile birlikte farklı siyasi geleneklerden, toplumsal kesimlerden gelen yapılarla çoğulcu, ortak çaba tabanını geliştirmeye ve güçlendirmeye çalışıyoruz. Amacımız burayı büyütmek, ülkenin demokratik siyasi tabanında etkili olmaktı. Aslında Emek ve Özgürlük İttifakı da bu ortak arayış fikrinin vücut bulmuş halidir. Bu nedenle hem Yeşil Sol Parti hem de Emek ve Özgürlük İttifakı iktidarın saldırılarının hedefi oldu. Bu saldırılar karşısında ülkede demokrasiden yana olan tüm güçlerin güçlü bir ses vermesini bekliyorduk. Maalesef siyasi muhalefetin bu konudaki demokratik refleksini yeterli bulmuyoruz. İçinden geçtiğimiz zor dönem, siyasi öznelerin dar grup hesabı yapmasını değil, faşist baskı ve saldırılara karşı güçlü ve kolektif bir direnişi gerektiriyor. Gözlerini bize çeviren, kulakları sağır olan kesimleri çeşitli saiklerle aralarına belli sınırlar çizerek uzaklaştırmak değil, tam tersine onları yan yana getirip büyütmek gerekiyor. ortak çaba.
‘ARTIK TEMELİMİZDE GÜÇLÜ VE ZOR TARTIŞMALAR DEVAM EDİYOR’
HDP’nin kapatılma ihtimaline karşı seçim döneminde Yeşil Sol Parti çatısı altında seçimler yapıldı. Artık kongre öncesinde isim değişikliği ve tüzük değişikliği dahil pek çok bahis gündemde. Bu geçişi veya değişimi nasıl öngörüyorsunuz? Her iki taraf açısından da dikkate alınması gereken hassasiyetler neler olmalı sizce?
HDP ve Yeşil Sol Parti mevcut haliyle çok bileşenli siyasi yapılardır. Bileşenli bir yapı olmasının doğal sonucu olarak birden fazla özelliğe sahiptir. HDP/YSP’yi pek çok siyasi konunun kesişim kümesi olarak tanımlayabiliriz. Amacımız bu kavşak setini mümkün olduğunca geniş ve güçlü hale getirmek. Elbette bu organize bir toplum yaratmakla mümkündür. Partiler, örgütlü toplumun kolektif aklı ve kolektif iradesi olarak faaliyet gösterir. Bu kolektif akılla, örgütlü halkların karşı-hegemonyasını kurma politikasıyla iktidarın hegemonyasına karşı koymayı hedefliyoruz.
HDP’yi Yeşil Sol olarak örgütlediğimizde ve yürüttüğümüz eleştiri-özeleştiri süreci sonunda Yeşil Sol’u yeniden yapılandırdığımızda temel parametrelerimiz bunlardır. Şu anda tabanımızda güçlü ve yaygın tartışmalar sürüyor. Bu tartışmaların sonunda ortaya çıkan fikirler, geleceği inşa edecek karşı-hegemonya yaratma çabamızı hızlandıracaktır. Eşitlikçi, çoğulcu, katılımcı demokratik yaşamın siyasetini emeğe, doğaya ve insanlığa saygı temelinde inşa etmeye çalışıyoruz. Hassasiyetlerimiz buna göre şekilleniyor.